18 Ocak 2015 Pazar

En Son Yürekler Ölür | Canan Tan

Kitaptan Kısımlar:

Her yönüyle dört dörtlük bir düğün olmalıydı. Sezenler’in adına yaraşır bir düğün!
Kız tarafı, erkek tarafı, dünürler, uzak ve yakın akrabalar, eş dost... Nikâh törenine veya düğüne ya da her ikisine birden katılacak konuklar. En ufacık bir pürüz olmamalıydı, herkes memnun ayrılmalıydı oradan.
Öyle ki, ayrıntılar arasında gizlenmiş kıymık inceliğindeki çatlakları bile bulup çıkarmaya can atan medya mensupları bile arkalarından söyleyecek tek olumsuz söz bulamamalıydılar.
Nisa Sultan’ın hedefi buydu!
Nehir’e kalsa, yalnızca nikâh töreni ve sade bir düğün yemeğiyle yetinebilirdi. Ancak, evlenme kararlarını ailelerine resmen açıkladıkları anda, kumandayı Nisa Sezen’in narin ama bu konulardaki iş bilirliği tartışılmaz becerikli ellerine teslim edivermişlerdi.
Acelesi yoktu Nehir’in. Hatta, hazırlıkların zamana yayılmasından yanaydı. Üzerinde çalıştığı projeleri tamamlardı hiç değilse.
Ancak Deniz, tanışmalarının üzerinden boşa geçen zamanın acısını çıkarmak istercesine sabırsız, elinden geldiğince öne almaya çalışıyordu evlilik tarihlerini.
Nehir’le Deniz, açıkça dile getirmeseler de Nisa Hanım’la Nevin Abla’yı nasıl tanıştırıp nasıl bağdaştıracaklarını kara kara düşünüyorlardı. Zıt yapılarda, ekvatorla kutuplar kadar farklı iklimlere ait iki insanın, “dünür” kimliğine bürünecek olması, ürkütücü geliyordu ikisine de.
Neyse ki, korktukları gibi olmadı. Nisa ile Nevin, öylesine imrenilecek bir uyumla kabullendiler ki birbirlerini, kendileri bile şaştı bu işe. İkisi birden, canla başla düğün hazırlıklarına giriştiler.
Her şey yolundaydı...
Bir de ablası, o soruyu sormasaydı Nehir’e “Babamı da davet etsek mi?” demeseydi, gözlerini kardeşinden kaçırarak...
“Hayır,” demişti Nehir. “Çağırsak da gelmez zaten...”
İçi de öyle mi söylüyordu, bilinmez. Ama Nevin onu dinlememiş, Amerika’yla saat farkını hesap ederek telefon açmıştı babasına.
“Nehir evleniyor,” demişti. “Gelsen, yanımızda olsan...”
Telefonun öte yanında uzunca bir sessizlik olmuş, ardından kırık bir sesle, kendince önemli gördüğü mazeretlerini sıralamıştı babası.
“Yıllardır gelmedim Türkiye’ye. İlk gelişim böyle olmamalı. Düğün kalabalığı içinde yadırgarlar beni. Kimdi, neredeydi, neden bunca zamandır ortada yoktu gibi sorular, ‘Babasıymış!’ diye fısıldaşmalar... Dedikodu kazanını kaynatmak için bulunmaz fırsat. Bunaltırlar Nehir’i, mutlu gününe gölge düşürürler. En iyisi gelmemek...”
Babasını aradığını söylememişti Nevin, onun gelmemek için öne sürdüğü gerekçeleri de. Varsın gurbetteki babanın, düğüne davet edilmediğini sansındı Nehir...
* * *
Nehir’le Deniz arasındaki tek çelişki, ev konusu gündeme geldiğinde yaşandı.
“Evlendiğimizde nerede oturacağız biz?”
Bu soruyu yanıtlamak hem çok kolay, hem de aynı derecede zordu. Beylikdüzü’ndeki konaklardan birinin üzerinde duruyordu Deniz. Nehir ise şehirden uzaklaşmak istemiyordu, hatta kendi oturduğu Etiler Caddesi üzerindeki geniş ve ferah bir apartman dairesinden çıkmak bile zor görünüyordu gözüne.
Bir orta yol buldular sonunda. Tamam, Beylikdüzü’ndeki konak Deniz’in gönlünce dayanıp döşenecekti. Yanı sıra, Nehir’in bekâr evi tümüyle elden geçirilecek, yepyeni bir dekorasyonla yeni evlilerin oturacağı hale getirilecekti.
Nehir’in, bu evin üzerindeki ısrarcılığının asıl nedeni, kendi ailesinden kalan biricik mal varlığı oluşuydu biraz da. Deniz de onun önerisini kolayca kabul etmiş, kendi bekâr evini boşaltıp buraya taşınmaya da seve seve razı olmuştu ama, “İçgüveysi mi oluyorum ben şimdi?” diyerek Nehir’i epey güldürmüştü.
En doğru kararı almışlardı aslında. Hafta içi günlerde şehirde kalıp ulaşım sorununu en aza indirgeyerek, işlerine rahatça gidip gelebileceklerdi. Hafta sonlarını ise Beylikdüzü’nde, tatil havasında geçireceklerdi.
“Cuma akşamları iş çıkışında yola koyuluruz. Pazartesi sabahı oradan geçeriz işe. Tamı tamına üç gün, üç gece; hafta sonu paket program. Her şey dahil üstelik... Daha ne istiyorsunuz efendim?”
Aynen böyle çizmişti rotayı Nehir. Deniz’e itiraz edecek söz kalmamıştı.

Kitap Yazar : Canan Tan
Kitabın Yayın Evi : Altın Kitaplar Yayınevi
Kitabın Konusu : Roman

Hipnoz | Bruce Goldberg

Kitaptan Kısımlar:


(...)


HİPNOZUN YAPILACAĞI ORTAM
Tekniklerin ve kişisel hipnoz deneyiminin etkinliğini arttırmak için uygun bir ortamınız olmalı. Oda ılık (oda sıcaklığının birkaç derece üzeri idealdir) ve dekor rahatlatıcı olmalı. Duvarlar, mobil­yalar, halılar, perdeler ve zemin dikkat dağıtıcı olmamalı. Kokular giderilmeli. Bitkiler sorun yaratmaz ve tütsü ya da diğer hoş koku­ları seviyorsanız elbette hazır bulundurabilirsiniz. Fakat rahatsız edici ya da keskin kokuları yok edin.
Giriş için göz sabitlemesi tekniğini kullanacaksanız, objenin ra­hatlamak için kullanacağınız sandalyeden ya da kanepeden daha yu­karıda olduğundan emin olun. Hastalarımın çoğu kişisel hipnozu yataklarında ya da kanepede uzanarak yapmayı tercih ediyorlar. Ben yaslanarak oturmanızı tavsiye ederim. Bilinçaltınız uzanmayı uyumakla çağrıştırmaya programlanmıştır ve fiziksel olarak yor­gunsanız gerçekten uykuya dalabilirsiniz. Yaslanmak bu tür bir çağ­rışım yapmaz ve bedeniniz için daha rahat olacaktır.
Ben hastalarımla ve kendi kişisel hipnozum için müzik kullanı­rım. Kendi kaydınızı yapmak (sonra daha detaylı olarak anlatılacaktır) ya da profesyonel kasetler kullanmak hipnoza giriş için en etki­li yoldur. Çoğu insan kişisel hipnoz için kullandıkları odada mum yakmayı tercih eder.
Doğal olarak odanın olabildiğince sessiz olması gerekir. Kapıyı kapatın ve evde bulunan insanlardan sizi en az otuz dakika rahatsız etmemelerini isteyin.
Önceden hazırlanmış kasetleri kullanırken kulaklık kullanmanı­zı tavsiye ederim. Kulaklıklar dışarıdan gelen sesleri engeller ve hipnozcunun sesini kişinin bilinçaltına yönlendirir. Hipnoz odanız için verebileceğim diğer tavsiyeler şunlardır:
Oturduğunuz yerin yakınında bir battaniye bulundurun.
Yakınınızda kağıt mendil bulundurun.
Yaşadıklarınızı kaydetmek istiyorsanız sandalyenizin yanında taşınabilen bir kasetçalar koyun.
Bir metronom ya da metronom vuruşları kaydı hipnoza girmek için çok iyi bir fon olur. Ayrıca kendi sesinizin temposuna yardımcı olur.
Kendi Kasetini Hazırlamak
Başta kendi kişisel hipnoz kasetinizi yapmak beceri ve boş zaman gerektiriyor gibi görünebilir. Bütçenizi aşan pahalı bir yöntem izle­nimi bırakabilir. Aslında değildir. Büyük ihtimalle ticari olarak ön­ceden hazırlanmış kişisel hipnoz kasetlerine aşinasınızdır. Ucuzdur­lar ve bu tekniği kendi evinizin rahatlığı ve mahremiyetinde uygula­manıza yardımcı olur. Ticari kasetler ilk kişisel hipnoz uygulamanız için iyidir ancak kendi kasetinizi yapmanız daha caziptir. Kaseti ken­di belli hedeflerinize göre kişiselleştirebilirsiniz. Bu askıdan herhan­gi bir kıyafet almaktansa ısmarlanmış bir kıyafet almakla eşdeğerdir.
Yüksek kaliteli bir kişisel hipnoz kaseti yapmak ortalama olarak bir saatinizi alır. Ayrıca, kasetinizi kendiniz yaparak hipnoz bilimi ve sanatı hakkında çok daha fazla şey öğrenirsiniz.
Kendi kişisel kasetinizi yapmanızın üç basit aşaması vardır. İlk aşama hipnoza giriştir. Giriş, 6. Bölüm’den 9. Bölüm’e kadar vere­ceğim örneklerden herhangi biri olabilir. Belirli amaçlar için hazırlanmış metinler ikinci bölümü oluşturur ve örneklerini 11, 13 ve 15. Bölümlerde bulabilirsiniz. Uyanma telkinleri ise üçüncü ve son bö­lümü oluşturur. 6. Bölüm’de standart bir örnek verilecektir.
Kişiselleştirilmiş kasetinizi kaydederken yavaş ve tane tane ko­nuşun. Dinlendirici bir fon müziği çalmak hoş olabilir. Fon müziği, istenmeyen trafik gürültüsünü ya da diğer odalardan gelebilecek gü­rültüleri kamufle etmek için kullanılabilir. Kasetlerde ve plaklarda okyanus dalgaları, hafif bir yağmur ya da kırda bahar sesleri bulu­nur. Metronom ya da saat tıkırtısı gibi diğer seçenekler sesinizin temposuna ve hipnoza girişe yardımcı olur.
Kendi kişisel hipnoz kasetlerinizi kullanarak gerçek anlamda ge­leceğinizi inşa etmek için bilinçaltınızı kullanıyor olursunuz. Kişi­sel hipnoz, bu inşa etme sürecini kendi kendinize yapmak anlamına gelir. Herhangi bir aracı yoktur, çünkü müşteri ve hipnozcu tek ve aynı kişidir. Kişisel hipnozla tüm kontrol sizdedir çünkü telkinleri siz verir, tüm süreci siz yönetirsiniz. Belleğinizin daha büyük bir bölümünü kullanıyor, onu kişisel ve olumlu bir şekilde uyguluyor olursunuz. Kişisel hipnoz bir öğrenme ve gelişme deneyimidir. Si­ze, yapıcı değişimler için sıçrama tahtanız olarak hizmet eder.
Kendinize olumlu hipnotik telkinler verdiğinizde amaçlarınızı ve hedeflerinizi beyan edersiniz. Alıştırmalar bu süreci kısa zamanda hızlandıracak ve kişisel hipnozda daha ustalaşmanızı sağlayacaktır. Bu yaklaşıma eskiden size engel olan şeyleri yeni fırsatlar olarak yeniden programlama olarak bakın.
Kişisel hipnoz için en uygun zaman sabahın erken saatleri, uyan­manızdan hemen sonrasıdır. Gece insanı olabilirsiniz ya da enerjini­zin en yüksek oluğu zaman öğleden sonra olabilir. Biyolojik saati­niz ne olursa olsun, egzersizlere ne kadar erken başlarsanız o kadar çok şey elde edersiniz. Doğal ancak yararsız bir eğilim olan oyalan­mak isteyeceğiniz en son şeydir. Ayrıca kişisel hipnozu günün fark­lı saatlerine rahatlamak ve enerjinizi odaklamak için de kullanabi­lirsiniz.
Benim verdiğim metinlerden birini kullanırken ya da kendi iste­ğinize göre uyarlanmış bir metin hazırlarken bu telkinleri standartgirişten hemen sonra kaydedin. Hızınıza ve seçtiğiniz döngüye bağ­lı olarak tamamlanmış kasetiniz yaklaşık yarım saatlik bir uzunluk­ta olacaktır. Kasetinizi otuz dakikadan daha uzun yapmayın.
Başarı her an gelebilir. Hemen de olabilir daha sonradan da his­sedebilirsiniz. Birkaç gün içinde küçük değişimler gözlemleyebilir­siniz ancak gerçek değişimler birkaç hafta içinde gerçekleşecektir. Bazı insanlar kasetlerdeki mesajlara hemen tepki verirler, bazı in­sanlar yavaş ve dikkatli bir şekilde, adım adım her gün biraz daha değişir ve gelişirler. Er geç özgüveninizi geliştirecek ve kendi me­tinlerinizi yazabileceksiniz.
İşte size kasetlerinizi daha etkili bir şekilde kullanabilmeniz için ek birkaç ipucu:
Hipnotik transa girmeye hazırlanırken parmaklarınız bükülme belirtileri gösteriyor mu? Elleriniz gergin mi oluyor? Yumruklarını­zı sıkıyor musunuz? Eğer öyleyse, parmaklarınızı açın ve ellerinizi rahatlatın. Ayak ayaküstüne mi atıyorsunuz? Ayak ayaküstüne at­mamak ayaklarınızda daha iyi bir kan dolaşımı sağlar. Kıyafetleri­niz ya da ayakkabılarınız sıkıyorsa, kendi rahatınız için onları gev­şetin. Biraz daha gevşeyin ve sakinleşin.
Kaset seansınızda daha aktif bir rolünüz olsun istiyorsanız yatak­ta ya da sandalyede oturun ve seans bittikten sonra uzanın. Kaseti­nizi uyku vaktinizde kullanacaksınız uyanma kısmını eklemeyin. Tek yapmanız gereken kendinize hipnoz durumundan doğal uykuya geçiş telkini vermeniz. 15. Bölüm’e uykusuzluk için bir metin ekle­dim.
Kişisel hipnoz sırasında bilincinizin başka şeyler düşünmesi ol­dukça normaldir. Böyle bir şey olduğunda zaman kaybettiğinizi dü­şünüp endişelenmeyin. Ayrıca hipnoamnezi de (hafıza kaybı) yaşa­yabilirsiniz, bu hipnozun oldukça derin bir aşamasına işarettir. Bi­lincinizin faaliyetlerinin ve/veya sıkılmanızın hipnozla bir ilgisi yoktur. Biz sadece bilinçaltıyla ilgileniyoruz.
Kayıt boyunca uzun boşluklar olarak müzik eklemenizi kesinlik­le tavsiye ederim. Bu, trans seviyenizi derinleştirecek ve etraftan gelen dikkat dağıtıcı sesleri engelleyecektir. Ve tekrar belirtmeliyimki müzikle birlikte kasetin toplam uzunluğu 30 dakikayı geçmeme­lidir.
Metninizi kasete kaydettikten sonra 6. Bölüm’de verdiğim gibi bir uyanma prosedürü ekleyin. “Uyanma”, aslında hiç uykuya dal­madığınız ve bilinçsiz olmadığınız için doğru bir kavram değil. Bu kavramı kullanma sebebim halkın hipnoz anlayışına bu kadar işle­mesidir. Uyanma bölümü zihninizin kendini yavaş yavaş tekrar günlük bilinçli dünyasına yönlendirmesine yardımcı olur.
Aşağıdaki metin ilk kasetinizi yapmanız için kullanılabilir. Bu basit bir egzersizdir ve içinde bir giriş ve bir uyanma öğesi bulunur:
(10 saniyelik okyanus dalgaları sesleri, sonra da fonda sesinizle eş zamanlı metronom vuruşları.)
“Arkana yaslan ve fondaki metronomu dinle. Her metronom vu­ruşuyla biraz daha rahatla.”
“20’den geriye doğru sayarken beni dinle. Geriye giden her sayı vücudundaki her bir kası o kadar rahatlatacak ki 1’e ulaştığımda sen hipnozun çok derin ve rahat bir seviyesine ulaşacaksın.”
“20, 19, 18, çok çok rahatsın.”
“17, 16, 15, derine, derine, derine.”
“14, 13, 12, çok çok derindesin.”
“11, 10, 9, çok çok rahatsın.”
“8, 7, 6, çok uykun geldi. 5, 4, 3, çok çok rahatsın. 2, 1, çok de­rin uykudasın. 20-20-20.”
“Şu anda hipnozun çok rahat bir seviyesindesin. Şimdi de ben 7’den geriye doğru sayarken beni dinle. Ben geriye doğru sayarken fondaki metronom vuruşlarının sesinin geriye giden her sayıyla azaldığını göreceksin ve ben 1’e ulaştığımda benim sesimden başka hiçbir şey duymayacaksın. Hipnozun çok derin ve rahat bir seviye­sinde olacaksın.”
(Sayarken, bir de tamamen yok olacak şekilde metronomun se­sini kısın.)
“7, çok çok çok derine, derine, derine.”
“6, çok çok çok derine, derine, derine.”
“5, çok çok çok derine, derine, derine.”
“4 çok çok çok derine, derine, derine.”
“3, çok çok çok derine, derine, derine.”
“2, çok çok çok derine, derine, derine.”
“1, çok çok rahatsın, çok çok derin bir uykudasın. 20-20-20.”

Kitap Yazar : Bruce Goldberg
Kitabın Yayın Evi : Nokta Kitap Yayınevi
Kitabın Konusu : Kişisel Gelişim

Uctaki Adam | Bahaeddin Özkişi

Kitaptan Alıntılar:


KONT GALL ADAM, çalışmalarını ne kadar dikkatten uzak tutarsa tutsun, yine de faaliyetlerinin, bilhassa Komaran Baş Kapitanının dikkatinden kaçmadığını görüyordu. Viyana, gözlerini Kontun üzerinden bir an bile ayırmıyordu. Beç zaman zaman bazı isimler üzerinde ısrarla duruyor, Macar makamlarını tazyik ederek, bilhassa o isimleri saf dışı bırakmaya çalışıyordu. Şahsî menfaat ve selâmetini Beç’e bağlılıkta bulan Macar beyleri, Habsburglardan da fazla bu işin üzerine düşüyorlardı. Böylece durum açık bir sürtüşmeye dönüşüyordu. Buysa Kontun hiç istemediği bir durumdu. Son aylarda Matyasın yok edilmesi için, karşı tarafın büyük çabalar gösterdiği görülmüştü. Bu konuda Kontun bütün manevraları boşa çıkıyordu. Halbuki Martaly Matyas, Gall Adamın müşaviri, dostu, fikirdaşıydı. Onun geceli gündüzlü çalışmaları Macaristanın bugüne kadar sahip olamadığı bir teşkilâtı meydana getirmişti. Vatan hissinin bir hayli yozlaştığı Macaristanda Matyasın gerçek bir vatansever, çok lüzumlu bir eleman olduğunu kimseye anlatmağa imkân yoktu. Böylece onun aleyhte de olsa bir müddet için göz önünden uzaklaştırılmasında faydalar vardı. Bu faydalar Matyasın hayatı kadar teşkilâtın da hayatını ilgilendiriyordu. Kont tabii ki böyle değerli bir elemanı temelli gözden çıkaramazdı. Yalnız, bu fikrini Matyasa söylemesi, onun anlayışlılığına rağmen çok güçtü. Bu teklifin Matyas tarafından nasıl karşılanacağını daha şimdiden biliyor gibiydi. Genç kılavuz Kont’un bu endişesine ya gülüp geçecek ya da böyle tehlikelere alışık olduğunu söyleyecektir. Gall Adam tereddütler içinde geçen günlerden sonra, nihayet durumu Matyasa açtı. Kılavuz tahmininin aksine konuyu umursamaz gözükmedi. Zavallı düşündü, kaldı. Kont, Matyasın yüz hatlarını inceliyordu. Önce şaşkın olan kılavuzun yüzü, sonra aklına gelen bir fikirle aydınlandı. Ve şeytanî bir ifadeyle:
- O halde ben öleyim efendimiz, dedi.
Kont söylemeğe çalıştı ki, maksadı onu bir müddet, sadece kısa bir müddet gözden uzak tutmaktır. Matyas ihtimal veriyor muydu ki Kont onu gözden çıkarmış olsun? Kılavuz bütün bunları dinledikten sonra;
- Efendimiz, dedi. Bahtsız vatanım Macaristanın bana bugün olduğu kadar hiçbir zaman ihtiyacı olmamıştır. Büyük bir savaşın eşiğinde olduğumuzu hissediyorum.
Böyle bir günde ölüm korkusu için savaş saflarından ayrılmak bir Macara yakışır mı? Eğer onun ana vatanda faaliyet göstermesinde sakıncalar varsa o da kalkar Kostantinopol’a gider, bütün dünya milletlerinin bu arada Macaristan istikbalinin bağlı olduğu o meydanda faaliyet gösterirdi. Matyas düşünüyordu ki, eğer Kont Hazretleri uygun görürse burada, Komaranda önemli birkaç kişinin şahit olduğu bir ölüm sahnesi hazırlanır. Ve Martaly Matyas, Beç, Türk ve Macar gözünde resmen ölmüş olurdu.
Bu düşünce Kont Gall Adama pek uygun geldi. Matyasın ölmesi meseleyi kökünden hallediyordu. Onun İstanbulda göreve başlaması pek uygundu. Yapacakları oyunun en ince ayrıntılarını tesbit ettikten sonra, Kont doğum günü dolayısiyle bir ziyafet tertip etti. Davetli sayısı az, ama Komaranın kalbur üstü insanlarıydı. Davetli listesinde, Avusturyalı, Türk, Alman ve Macarların seçkinleri vardı. Mükellef bir sofrada yendi, içildi ve söylendi. Yemeğin ortalarına doğru Matyas bembeyaz kesilen bir yüzle hızla ayağa kalktı. Sallanarak masadan uzaklaşmağa çalıştı. Rengi birden yeşile döndü. Boğulurcasına istifra etti. Sonra yere düşerek kıvranmağa başladı. Herkes koşuştu. Marat Bey tabib olduğunu hatırlatarak misafirleri geri çekti. Hastanın yüzüne soğuk su vuruldu. Şarapla masaj yapıldı. Ama bütün bunların hiç bir faydası olmadı. Kısa bir süre sonra zavallının ağzından köpükler gelmeğe başladı. Birkaç hafifçe debelendi. Sonra kaskatı kesildi. Başına çökmüş olan Marat Bey ağırca doğruldu. Yüzünde şaşkın ve hüzünlü bir ifade vardı. Başının kesin bir ifadesiyle onun öldüğünü bildirdi ve kısaca “zehirlenme” dedi. Sonra sofraya yürüdü. Yiyeceklere baktı. Misafirlere masaya henüz konan mantardan yiyen olup olmadığını sordu. Bu söz üzerine, dört beş kişi ellerini midelerine bastırıp öğürmeğe başladılar. Marat Bey bu sefer onların tedavisi için koşuştu. Bu arada misafirlerin önünde aşçılar, hizmetkârlar sorguya çekildiler. Mantar bu sabah bir çingeneden satın alınmıştı. Matyasın tabağından bir parça, getirilen bir köpeğe verildi. Yemeğe hırsla atılan hayvan kısa bir zaman sonra yıkıldı. Birkaç debelendi. Ve katıldı kaldı. Durum anlaşılmıştı. Marat Bey, diğer hastalar için acele ilâçlar hazırladı. Martaly Matyasın başını o gece rahip Gall Chestar peder bekledi. Ve dinî işlemler yapıldıktan sonra Matyas Kont tarafından hazırlatılmış mezara defnedildi. Cenazede davetlilerin hemen hepsi hazır bulundular. Çok hazin bir merasimdi bu.
O günün akşamı, gece yarısından sonra mezarlık duvarlarını aşan bir hayal sessizce iskeleye indi. Ve bir balıkçı kayığı aynı sessizlik içinde karanlık sularda kaydı ve gözden kayboldu.
Bu olaydan birkaç ay sonra İstanbulun Çarşamba semtinde bir aktar dükkânı açıldı. Elhac Gazi efendi küçük müşterilerine sakız leblebisi, leblebi şekeri, topaç, kuşlokumu, büyük müşterilerine üzerlik tohumu, sinameki, binbir bahar satar oldu. Gazi Aktar kısa zamanda mahallenin gözdesi oldu çıktı.
Onaltıncı yüzyılın İstanbul mahallesi, imam, müezzin ve bekçinin idaresinde bir küçük devlet demekti. İnsanların aralarındaki dâvâlar nadiren mahkemelere akseder. Her çocuk mahallenin kendi evlâdı sayılır. Onlara her komşu ana, her erkek amca olurdu. Semtin ırzı, namusu, malı, canı; imam, müezzin ve bekçi üçlüsünün dirayetli ellerine, bu mütevazi ve tok gözlü insanlara, evvel Allah emanet edilirdi. Ucu demirli sopasıyla bekçi Kurt ağa, imam Mümtaz efendi, müezzin İstinyeli Salih efendiler için ne kışın, ne karın, ne ayazın vazifelerini aksatma bakımından tesiri olurdu. Mahallede oturan dulların kapısı karanlık çöktükten sonra onlar tarafından çalınır; yine mahallenin temin ettiği ve kime verileceğini bilmediği para, yiyecek ve giyecek fakirlerin gönülceğizleri kırılmadan o hayır sever eller tarafından hediye edilirdi. Bayramlarda, gücü yetip de bu yardıma karışmış olanlar verdiklerini bir yetimin üstünde göz yaşlariyle seyrederler, her şeyden habersiz masumun neşesini paylaşırlardı. Ağır başlı erkekler, temiz kıyafetleri ve yumuşak hatlı yüzleriyle akşam üstleri Gazi Aktarın önünden geçerlerdi. Çoğunun elinde, aldıkları görünmeyecek biçimde iri mendillere sarılmış öteberi bulunurdu. Kimse aldığını çevresine gösterip tamahlarını çekmez, alamıyanları üzmezdi. Çarşambanın dar sokaklarında ahşap evlerin aralarında küçük yarasalar, keskin çizgiler çizerlerken, yemek kokuları yükselirdi. Eğer pişirilen veya kızartılan iştah kabartıcı şeylerse, tertemiz oğulmuş bakır veya pirinç mangallar üzerinde kotarılan yiyecekler, küçük kalaylı kaplara konur ve kokuyu duyması ihtimali olan komşulara dağıtılırdı. Her evin küçük veya büyük bir bahçesi olurdu. Komşu bahçesine sarkan dallar, komşuya ait olur... İri narlar, sarı limon ayvaları, kavak, deve taban ve Sultan Selim incirleri böylece göz hakkı kalmaksızın paylaşılırdı.
Gazi Aktar dükkânını günün belirli saatlerinde açardı. Boy boy çocuklar, hazırladıkları metelikleri ceplerinde, onun gelişini dört gözle beklerlerdi. Aktar, akideyle, leblebi unuyla, kuş lokumuyla beraber birkaç da tekerleme söylerdi. Bu tekerlemeler bacaksızların ağzında mahalleden mahalleye yayılır ve inanılmayacak kadar kısa bir zaman sonra İstanbul’un öbür ucunda söylenir olurdu. Bilhassa sabahları çocuk kulağına sokulan bu tekerlemeleri körpecik beyinler hemen zapteder ve yerli yersiz tekrar ederlerdi. Bunlar çoğu zaman mânâsız ama çocuk için ahenkli sözlerdi.

Sakanın maşrapası
Eşeğinin yoktur şakası

gibi şeyler.
Bu zararsız ve boş sözler bir süre sonra bir istikamete yönelmeğe başladı. Yeni tekerlemelerin sonlarını çocuğun uygun kelimeler bularak değiştirmesi mümkün hale getirildi. Meselâ,

Ayşanımın aşına
Kurban olan kaşına

beytinde kaşına yerine bakışına, yaşına kelimeleri konuyordu. Birgün yepyeni bir tekerleme duyulmağa başlandı.

Konağını basmalı
Ester Kerâyı asmalı

Nedense bu pek tutundu. Önce çocukların ağzında dolaşırken türlü değişik çeşitlerle yeni yetişmelerin, terlikçi esnafının, semercilerin ve yeniçerilerin ağzına düştü. Her yeni gün, yeni tekerlemeleri de beraberinde getiriyordu.

Nasiyesi nursuzdur
Ester Kerâ hırsızdır
Kaftanının omuzunda
İbrişim var kopça var
Çıfıtın konağında
Yüz at yükü akça var,
dan tutun da
Tepelerin soğuğu
Rüzgârdandır kardandır.
Ester Kerâyı vuran
Eller Billâh nurdandır’

a kadar söylendi. Söylendi.
Tekerlemeler tavsamağa yüz tutarken, beyinlere ekilmiş tohumlar yeşermeğe başladı. İstanbul Limanlar Mültezimi Bafa’nın sağ kolu, Venediğin, Avusturyanın, Rusyanın, İranın kısaca paranın dostu Kerâ, küçücük beyitciklerin sipahi beyinlerinde meydana getirdiği tesirle, isyanı hazırladı. Bu kadınlar saltanatına ve özellikle Kerâya karşıydı. Kanlı bir ayaklanma oldu. Sipahiler Ester Kerâ kadar, onun yolunda yürüyen devlet ricaline de bu bahaneyle iyi bir göz dağı verdiler. Ester Kerâ parçalandı ve parçaları rüşvet alan, âdil olmayan devlet büyüklerinin kapılarına çivilendi.
Bir eyyam sonra Gazi Aktarın, zengin bir akrabasının geldiği duyuldu. Mahallenin belli başlı kişileri âdet olduğu üzere hoş geldine gittiler. Bu, saçları zamanından evvel ağarmış çok çok kırk yaşlarında gözüken bir efendiydi. Medine-i Münevvere taraflarından gelmişti. Aktar Gazi efendinin deyişine göre, yaman bir bahadırdı. Velâkin bir zaman evvel, dağlara taşlara, kötü bir baş ağrısı ârız olmuş. Ne ilâç, ne okuma kâr etmiş. Encamında bir Hintli tabib onu, kulaklarını keserek tedavi etmişti. Böylece Çarşamba semtine misafir olarak gelen İsmail Ağa, buraları pek beğendiği gerekçesiyle Gazi Aktara yakın bir ev satın alarak yerleşti. O yılın baharına doğru mahalle iki önemli haberle çalkalandı. Birincisi İsmail Ağa buraya yerleşmekle kalmamış, Hamit efendinin yetimesi Ruhsar’a da talip olmuştu. Bu söylenti üzerine bütün semt bir tek hane gibi harekete geçti. Erkekler satın aldı ve taşıdı. Kadınlar kesti, biçti, işledi. Koca mahallenin emeği kırlent, yorgan, sandık örtüsü, Kur’an kesesi, yatak takımları oldu. Bu eşsiz zenginlikteki çeyizi seyire şehrin ta öbür köşelerinden akın akın insanlar geldiler. Ruhsar, emsali yeryüzünde zor görülür güzelliğiyle salındı, koşuştu. Yalnız kalabildiği nadir anlarda ise, yakışıklı ama kır saçlı ve kulaksız yavuklusunu düşündü durdu. Bu İsmail Ağanın noksanı, Ruhsarı biraz da teselli ediyordu. Kendi yetimse, İsmail efendi de kulaksızdı.
Düğün günü ikinci olay patlak verdi. Çocukların iri iri açılmış gözleri önünde bir grup binanın yıkımına başlandı. Bu medresesiyle, kütüphanesiyle, misafirhanesiyle, imarethanesiyle İsmail Ağa külliyesinin başlangıcıydı. Bu Martaly Matyasın bütün ömrünce gösterdiği faaliyetlerin en faydalılarından biri oldu. Gerçek mânâsiyle “fisebilillâh gazâ, Allahın ve Türk’ün ismini ilâ” için atılmış bir adımdı bu. Benzeri müesseseler gibi inşaına başlanan külliyeden de şairler, edipler, ilim adamları, bilhassa devlet adamları yetiştirmeğe çalışacaktı. Camiin duvarları pencere hizasına yükseldiğinde Ruhsar kadının kucağına ebeler bir tosuncuk tutuşturdular. Adı, İsmail Ağanın arzusu üzerine Murat oldu.



Kitap Yazar : Bahaeddin Özkişi 
Kitabın Yayın Evi : Ötüken Yayınları 
Kitabın Konusu : Roman

Köse Kadı | Bahaeddin Özkişi

Kitaptan Kısımlar:


Aynı günün akşamı Şeyh Necmeddin Efendinin kapısı çalındığında, kapıyı açmaya koşan kızına:
- Sen dur, Şeymâ, dedi, Şeyh. Hiç kız kısmı kendisini istemeye gelen insana böyle koşarak kapı açar mı?
Pençe pençe kızardı kızın yüzü.
- Aman efendi baba, dedi. Nerden çıkardınız şimdi bunu?
Şeyhin yüzünde memnûn ve hüzünlü bir gülümseme dolaştı ve ağır adımlarla kapıya yöneldi.
Şeymâ, merdivenlerde Kadı amcasıyla babasının şöyle konuştuklarını duydu:
- Hoşgeldiniz efendim. Hoşgeldiniz.
- Hoşbulduk efendim. Misafir kabul ediyor musunuz?
- Aman Efendi hazretleri. Nerde bizde o cesaret ki ismini o din ulusundan almış zâtın elçisine dilimizi varıp da hayır diyelim.
Kadı:
- A Şeyhim, diye haykırdı. Bırak da bari âdet olduğu şekilde isteyelim.
İki yaşlı adam şakalaşarak yukarı çıkarlarken Şeymâ, odasına koştu. Kalbi deliler gibi çarpıyordu. Olmuştu nihayet. Rabbi duâlarını kabul etmişti. Boğazını tıkayan bir yumruk nefesini kesiyordu. Neden sonra boşaldı. Mendilini ısırarak hıçkırmaya başladı. Bu gözyaşları, içini yıkıyor ve ona en tatlı kahkahalardan daha tatlı geliyordu.

(...)


“Her inanç sahibi kendi inancıyla amel etmeye mecburdur. Aksi o şahsın cezalandırılmasını gerektirir. Burada temas ettiğimiz Katolik din adamları, vak’ayı duyduktan sonra kaçamak cevaplar verdiler. Prensibimiz icâbı şer’î hükümlere göre suçluyu cezalandıramamaktayız. İnşaallah ind-i ilâhîde bizi mes’ul duruma düşürmez kanaatiyle şu cezayı münasip gördük. Sırtından katran rengi setresi bir daha giymesine müsade edilmemek şartıyla çıkartılup, ayakları altına değnekler urula. Ve dahi halk içre rüsvay edile. Ve dahi ana iktiba eden zümreye yakışıksız hareketlerinin hiçbir dine ve inanca sığmadığı belürtülüp böylece amel oluna, vesselâm.”
Halk yine çavuşun döğüldüğü meydanlıkta toplandı. Zalim papaz kilisenin arkasında olduğundan, Türklerin ilim adamına, özellikle din ilim adamına gösterdikleri hürmetten emin, küstah bakışlarla etrafı süzüyordu. Arslan Bey:

- Yıkın bre imansız kâfiri, diye haykırdı.


Papazın yıllardır su yüzü görmemiş ayakları falakaya geçirildi. Ölü sessizliği vardı çevrede. Suçu ne olursa olsun bir din adamına böyle bir muamele büyük bir felakete sebebiyet verecekti. Muhterem sakalı yerleri süpürür ve kendisi öküzler gibi böğürürken halk, gökkubbenin çökmediğine ve gökteki İsa’nın yeryüzündeki bu vekili için kılını dahi kıpırdatmadığına hayretle şahit oldu. Saf inançlı halk uzun süre beklediği halde, ne bir salgın ne bir tufan oldu. Yağmur yine yağdı, güneş yine parladı, yine dallarda iri erikler, topraktan nefis karpuzlar toplandı. Böylece birşey yırtıldı halkın inancından. O yırtılan şey hür Macaristan fikrinin ayağını bastığı yegâne mesnet oldu.


Kitap Yazar : Bahaeddin Özkişi 
Kitabın Yayın Evi : Ötüken Yayınları 
Kitabın Konusu : Roman

Yüzbaşının Kızı | Alexandr Puşkin

Kitaptan Kısımlar

Aşk


Ah sen, genç kız, güzel kız!
Böyle çiçeğin burnunda kocaya varma
Anana babana danış bir kere
Anana, babana, akrabalara
Aklını başına devşir güzel kız
Aklını başına devşir, çeyiz topla
Halk türküsü
Benden iyisine düşersen beni unutursun
Benden kötüsüne düşersen beni ararsın
Halk türküsü
Ayılınca bir süre kendime gelemedim, ne olup bittiğini anımsayamadım. Yabancısı olduğum bir odada, karyolada yatıyordum. Büyük bir bitkinlik içindeydim. Karşımda, elinde bir mum, Savelyiç duruyordu. Birisi, göğsümle omzumu sıkıca saran bir sargıyı özenle çözüyordu. Düşüncelerim yavaş yavaş açıklık kazandı. Düelloyu anımsadım ve yaralı olduğumu anladım. O sırada kapı gıcırdadı. Beni ta içimden titreten bir fısıltı işittim:
- Nasıl? Nasıl oldu?
Savelyiç içini çekerek:
- Hep aynı, diye karşılık verdi. Beş gündür komada.
Dönmek istiyor, dönemiyordum.
Güçlükle:
- Neredeyim? Kim var orada, diyebildim.
Marya İvanovya yatağa yaklaştı, üzerime eğildi:
- Nasılsınız? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, dedi.
Bitkin bir sesle:
- Çok şükür, iyiyim, diye karşılık verdim. Siz misiniz Marya İvanovna? söyleyin!
Daha fazla konuşmaya gücüm yetmedi. Sustum. Savelyiç derin bir oh çekti. Yüzü sevinçle aydınlandı.
- Kendine geldi, kendine geldi, diye tekrarlayıp duruyordu. Çok şükür, Tanrım! Hey, Pyotr Andreyeviç, iki gözüm! Ödümü kopardın! Dile kolay, beş gün...
Marya İvanovna sözünü kesti ihtiyarın:
- Onunla çok konuşma Savelyiç, dedi. Bitkindir daha. Kapıyı sessizce kapayıp çıktı. Kafam arı kovanı gibi uğulduyordu. Demek komutanın evindeydim. Marya İvanovna beni ziyaret ediyordu. Savelyiç'e bazı sorular sormak istedim. Fakat ihtiyar başını salladı, kulaklarını tıkadı. Üzüntü içinde gözlerimi kapadım, az sonra derin bir uykuya daldım.
Uyanınca, Savelyiç'in adını ünledim, fakat onun yerine Marya İvanovna çıktı karşıma. Melek sesiyle selamladı beni. O an benliğimi kaplayan tatlı duyguyu anlatamam. Elini yakaladım, duygulu göz yaşlarıyla ıslatarak, üzerine eğildim onun. Maşa geri çekmedi elini ve ansızın, dudakları yanaklarıma değdi! Kızgın taze öpücüğünü hissettim onların. Tenime bir kor düştü sandım.
- Sevgili Marya İvanovna, tatlı Marya İvanovna, dedim; karım ol, o mutluluğu benden esirgeme.
Titredi, elini çekerek:

- Allah aşkına sakin olun, dedi. Tehlike geçmedi daha. Yaranız her an açılabilir. Kendinizi benim için koruyun hiç değilse.

Kitap Yazar : Aleksandr Puşkin 
Kitabın Yayın Evi : TC İş Bankası Yayınları 
Kitabın Konusu : Roman, Şiir

Küçük Tragedyalar | Aleksandr Puşkin

Kitaptan Kesitler : 


ŞENLİĞİN EFENDİSİ
Neden son vereceksin ki şölenimize? Seninle gelemem: beni burada tutan, Umutsuzluk, geçmişin korkunç anıları, Yasa-tanımazlığımın bilinci, Ve evimin karanlığından duyduğum ürkü-Ele geçmemiş nazların özgünlüğü, Şu öpüşleri (Tanrı bağışlasın) o yitik Ama o güzel yaratığın...
Hayır, anamın ruhu Beni kıpırdatamaz yerimden -çok geç-Çağıran sesini duyuyorum, beni kurtuluşa... Sana teşekkür borçluyum... Güle güle, ihtiyar; Ardından gelecek varsa, lanet olsun ona!
SESLER
Aferin, bravo soylu Efendimize! Bak Peder, vaaz buna derler. Yoluna!
Matilda'nın aziz ruhu çağırıyor seni!
ŞENLİĞİN EFENDİSİ
(Kalkarak)
Andiç bakalım, şu buruşuk elini kaldırıp O suskun adın, sonsuza kadar, yattığı yerde Kalacağına!
Keşke gizleyebilseydim BU gösteriyi onun ölümsüz gözlerinden Beni saf, gururlu, özgür sanırdı, cenneti Bulurdu kol arımda... Neyim ben şimdi? Sen ey ışığın kutsal çocuğu, görüyorum, tahtın Düşkünlüğümün ulaşamayacağı ötelerde
KADIN SESİ Çılgın mı ne! Ölmüş karısını sayıklıyor!
ŞENLİĞİN EFENDİSİ
Peder, Tanrı aşkına, bırak beni!


Kitap Yazar : Aleksandr Puşkin 
Kitabın Yayın Evi : TC İş Bankası Yayınları
Kitabın Konusu : Oyun Dizisi

Dubrovski | Aleksandr Puşkin

Kitaptan Kesitler


BİYELKİN' İN HİKAYELERİ

Menzil Müfettişi, gururu okşanmış insanlara özgü sevinçli bir eda ile: Kızım, yanıtını verdi. Öylesine akıl ı, öylesine becerikli bir kız ki...Tıpkı rahmetli annesi gibi.
Menzil Müfettişi yol belgemi kaydetmeye başladı. Ben ise onun gösterişsiz ama temiz evini süsleyen tabloları seyre daldım. Bu tablolar hayırsız evladın serüvenini canlandırıyordu. Birinci tabloda, başında kalpak, sırtında hırka bulunan saygıdeğer bir ihtiyarın, acele acele babasının duasını ve bir para kesesini almakta olan telaşlı bir genci uğurlamakta olduğu görülmektedir.
Öteki tabloda, delikanlının zevk ve eğlenceye düşkün davranışları parlak çizgilerle canlandırılmıştı: delikanlı yalancı dostlarla ve ahlaksız birtakım kadınlarla çevrili olduğu halde bir masa başında oturuyor. Daha sonra bütün paralarını yiyip bitirmiş olan delikanlının, sırtında bir gömlek, başında üç köşeli şapka olduğu halde otlattığı domuzların yemeğinden yediği görülmektedir. Çocuğun yüzünde derin bir üzüntü ve pişmanlık okunuyor. Nihayet delikanlının babasına dönüşü tasvir edilmektedir: iyi yürekli ihtiyar, yine başında kalpak, sırtında aynı hırka ile çocuğunu karşılamaya koşuyor. Hayırsız evlat diz çökmüştür. Tabloda ahçının besili bir danayı
boğazladığı, çocuğun ağabeyisinin de hizmetçilerden bu sevincin nedenini sorduğu görülüyor.
Her tablonun altında Almanca yazılmış uygun şiirler okudum. Bunların hepsi de kına çiçeği saksıları da, alaca bir perde ile kapanmış karyola da o zaman beni çevreleyen bütün öteki eşyalar gibi hâlâ aklımdadır. El i yaşlarında gürbüz, dinç bir adam olan Menzil Müfettişi, solmuş
kurdelelerinde üç madalya bulunan uzun yeşil ceketi ile bugünkü gibi gözlerimin önündedir.
İhtiyar arabacının parasını vermeye vakit bulamadan, Dunia semaverle geri döndü. Küçük yosma, daha ikinci bakışta bende yaptığı etkinin farkında oldu. İri mavi gözlerini indirdi. Onunla konuşmaya başladım. Görmüş geçirmiş bir kız gibi, en küçük bir ürkeklik göstermeden yanıtlar veri

PUŞKİN


Kitap Yazar : Aleksandr Puşkin 
Kitabın Yayın Evi : Turkuvaz Yayın Evi
Kitabın Konusu : Hikaye